UZLAŞMA – HAKARET – TEHDİT
- UZLAŞMA – HAKARET – TEHDİT
Kararı Veren Yargıtay Dairesi : 18. Ceza Dairesi
Mahkemesi : Sulh Ceza
Sayısı : 559-202
Hakaret suçundan sanık … hakkında TCK’nın 129/1 ve CMK’nın 223/4-c maddeleri uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına ilişkin Karşıyaka (Kapatılan) 1. Sulh Ceza Mahkemesince 26.02.2013 tarih ve 577-174 sayı ile verilen hükmün katılan tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 18. Ceza Dairesince 10.09.2015 tarih ve 4751-5067 sayı ile;
”Dosya kapsamına göre, katılanın sanığa karşı herhangi bir haksız fiilinin olmaması karşısında, sırf hukuki alacağın tahsil edilmemesinin başlı başına haksız tahrik nedeni olmadığı gözetilmeden sanık hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Karşıyaka (Kapatılan) 1. Sulh Ceza Mahkemesi ise 01.04.2016 tarih ve 559-202 sayı ile;
“Ceza yargılamasını yapan Mahkememiz, taraflar arasında bir hak ve alacak bulunup bulunmadığı konusunda nihai bir değerlendirme yetkisi yapmakla görevli değil ise de, sanığın, müştekiyi telefonla aramasının nedeninin bu iddiası olduğu, taraflar arasında bu yönde bir uyuşmazlık bulunduğu, sanığın ilk aramasına cevap veren müştekinin, bu konuşma sırasında sanığın iddialarını inkar ettiği, sanığın konuşması devam ederken telefonu sanığın yüzüne kapattığı, sanığın konuşmasını sürdürebilmek için müştekiyi defalarca aradığı sabittir. Kendi savunmasına göre. Hak ve alacağı ödenmeyen, yaptığı telefon konuşması sırasında konuşmanın sonlanması beklenmeden telefon yüzüne kapatılan ve konuşmanın devamı için yaptığı ısrarlı aramalara cevap alamayan sanığın, bu durumdan kaynaklanan kızgınlıkla dava konusu mesajları çektiği de sabittir.
Sanığın içinde bulunduğu ruh hâli, çektiği mesajlara da yansımıştır. Müştekinin, sanık ile arasındaki sorunu medeni şekilde konuşmak yerine, telefonu sanığın yüzüne kapatmak şeklideki eylemi haksız nitelikte bir hareket olup, sanık da atılı suçu bu harekete tepki olarak işlemiştir.
Açıklanan bu duruma göre, sanık hakkında TCK’nın 129/1. maddesinin uygulanması gerektiği” gerekçesiyle bozma kararına direnerek sanık hakkında önceden olduğu gibi ceza verilmesine yer olmadığına karar vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükmün de katılan tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 03.01.2017 tarihli ve 323127 sayılı “Bozma” istekli tebliğnamesi ile dosya 6763 sayılı Kanun’un 36. maddesiyle değişik 5271 sayılı CMK’nın 307. maddesi uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 18. Ceza Dairesince 29.05.2017 tarih ve 442-6554 sayı ile; direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık hakkında tehdit suçundan kurulan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına yönelik itirazın mercisince reddedilmesi, kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçundan verilen beraat kararı ise Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleşmiş olup direnmenin kapsamına göre inceleme hakaret suçuyla sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık;
1- Sanığın işlediği sabit olan hakaret eyleminde TCK’nın 129. maddesinin ilk fıkrasındaki özel haksız tahrik hükümlerinin uygulanma koşullarının oluşup oluşmadığı,
2- Özel haksız tahrik hükümlerinin uygulanma koşullarının oluşmadığı sonucuna ulaşılması hâlinde CMK’nın 253 ve 254. maddeleri uyarınca öncelikle uzlaştırma hükümlerinin tatbikinin gerekip gerekmediği,
Hususlarının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Katılanın 28.05.2015 tarihli dilekçesinde; olay tarihinde sanığın kendisine ait cep telefonunu defalarca arayarak hakaret ve tehditlerde bulunduğu iddiasıyla şikâyetçi olduğu ve uzlaşma talebinin bulunmadığını bildirdiği,
28.05.2012 tarihli cep telefonu mesaj tespit tutanağına göre; katılanın 0533270.. .. numaralı hattının takılı olduğunu bildirdiği 355…093 IMEI numaralı, Blackberry marka cep telefonunun mesajlar bölümünde yapılan incelemede 26.05.2012 tarihinde 0541620.. .. numaralı hattan saat 19.40’ta “Şu teli aç”, 19.43’te “Aç seridsif”, 19.45’te “Seni bulacam”, 20.16’da “Bak seni sikçek a5” ve 20.18’de “T saxa örusvf c” şeklinde mesajlar gönderilmiş olduğu, aynı telefonun arama geçmişi incelendiğinde de yine aynı gün 0541620.. .. numaralı hattan saat 19.31 ile 21.17 arasında toplam 27 cevapsız çağrının bırakıldığı,
Karşıyaka Cumhuriyet Başsavcılığınca 29.06.2012 tarih ve 3453-1718 sayı ile; sanık hakkında TCK’nın 125/2, 123/1, 106/1 ve 53. maddeleri uyarınca cezalandırılması iddiasıyla kamu davası açıldığı,
Yerel Mahkemece yapılan yargılama sonucu 26.02.2013 tarih ve 577-174 sayı ile; sanığın kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçundan beraatine, hakaret suçundan hakkında ceza verilmesine yer olmadığına ve tehdit suçunun ise TCK’nın 106. maddesinin ilk fıkrasının ikinci cümlesi kapsamında sair tehdit suçunu oluşturduğu kabul edilerek hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği,
Soruşturma ya da kovuşturma aşamalarında taraflara herhangi bir uzlaştırma teklifinde bulunulmadığı,
Anlaşılmıştır.
Katılan … aşamalarda; nakliye işi yaptığını, sanığın şoför olarak iş yerinde çalıştığını, bir dönem araçlardan mazot çalınması üzerine sanığı da bu fiilin içinde görerek işten çıkardıklarını, bu sebeple sanığa bir tazminat ödemediklerini, sanıktan boş senet almadıklarını, sanığın kendisini telefonla aradığını, tehdit ve küfür etmesi üzerine telefonu kapattığını, sonraki aramalarını cevaplamadığını, ardından sanığın kendisine dava konusu mesajları gönderdiğini,
Beyan etmiştir.
Sanık aşamalarda; 2001 yılından beri katılanın yanında çalıştığını, ancak haksız yere işten çıkarıldığını, işten çıkarılırken tazminat ve alacaklarının ödenmediğini, ayrıca işe girerken kendisinden boş senet alındığını, alacaklarını istemek ve boş senedini geri almak amacıyla katılanı aradığını, katılanın telefona çıkmayıp defalarca aramasına rağmen cevap vermemesi üzerine kızgınlıkla dava konusu mesajları çektiğini,
Savunmuştur.
Uyuşmazlık konularının ayrı ayrı değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.
1- Sanığın işlediği sabit olan hakaret eyleminde TCK’nın 129. maddesinin ilk fıkrasındaki özel haksız tahrik hükümlerinin uygulanma koşullarının oluşup oluşmadığı;
TCK’nın “Haksız fiil nedeniyle veya karşılıklı hakaret” başlıklı 129. maddesi;
“(1) Hakaret suçunun haksız bir fiile tepki olarak işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.
(2) Bu suçun, kasten yaralama suçuna tepki olarak işlenmesi halinde, kişiye ceza verilmez.
(3) Hakaret suçunun karşılıklı olarak işlenmesi halinde, olayın mahiyetine göre, taraflardan her ikisi veya biri hakkında verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Anılan hükmün uyuşmazlık konusuna ilişkin birinci fıkrasının gerekçesinde; “Birinci fıkraya göre, mağdur kendi haksız hareketleriyle hakarete neden olmuş ise, haksız hareketinin ağırlığını göz önüne almak suretiyle hâkim, failin cezasını azaltabileceği gibi gerektiğinde tümüyle kaldırabilecektir.” açıklamalarına yer verilmiştir.
Görüldüğü üzere, TCK’nın 129. maddesinin ilk fıkrası uyarınca hakaret suçunun haksız bir fiile tepki olarak işlenmesi hâlinde hâkim, faile verilecek cezayı üçte birine kadar indirebileceği gibi ceza vermekten de vazgeçebilir. Kanun koyucu burada TCK’nın 29. maddesinde düzenlenmiş olan genel haksız tahrikten farklı olarak hakaret suçuna özel bir tahrik düzenlemesi getirmiştir. TCK’nın 129. maddesinin uygulanma şartları oluştuğu durumda genel haksız tahrike ilişkin aynı Kanun’un 29. maddesinin uygulanma imkânı bulunmamaktadır.
TCK’nın 129. maddesinin birinci fıkrasındaki hüküm, aynı Kanun’un 29. maddesinde düzenlenen “genel haksız” tahrik hâlinden öncelikle cezai sonuçları açısından farklıdır. 29. maddede haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen failin cezasında, maddede öngörülen oranda indirim yapılacağı düzenlenmişken 129. maddedeki “özel haksız tahrik” hâlinde, failin cezasında indirim yapılabileceği gibi ceza vermekten de vazgeçilebileceği belirtilmiştir. Cezai sonuçlarının yanı sıra her iki düzenleme uygulanma koşulları bakımından da birbirinden farklılık arz etmektedir. TCK’nın 29. maddesinde “haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında” suçun işlenmiş olması aramışken, 129. maddede hakaret fiilinin haksız bir fiile tepki olarak işlenmesi yeterli görülmüş, ayrıca fiilin hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında işlenmiş olması aranmamıştır. Dolayısıyla 129. madde açısından Kanun’un gözettiği husus, somut olayın özelliğine göre fiilin ani bir öfkenin sonucu olarak işlenmesidir. Aradan uzunca bir süre geçtikten sonra gösterilen tepkinin bu düzenleme kapsamında değerlendirilmesi söz konusu olmayacaktır.
Hakaretin haksız bir fiile tepki olarak işlenmesi için her şeyden önce ortada haksız bir fiil söz konusu olmalıdır. Kanun haksız bir fiilden bahsettiği için bu fiilin hukuka aykırı olması yeterli olup mutlaka suç olması ya da özel hukuk anlamında bir “haksız fiil” in varlığı gerekmez. Bununla birlikte haksız olarak nitelendirilebilecek her türlü fiil de sanık lehine bu düzenleme kapsamında değerlendirilmemelidir. Aksi takdirde hakaret suçuyla korunmak istenen hukuki yarar aleyhine bir orantısızlık ortaya çıkacak, sanığın hukuk devletinin işleyiş süreci veya hayatın normal akışı içerisinde katlanmasının beklendiği hemen her durumda ölçüsüz bir koruma avantajından istifade etmesi söz konusu olacaktır.
Kanun’dan çıkan bir diğer sonuç, failin maruz kaldığı söz konusu haksız fiil kasten yaralama ya da hakaret olmamalıdır. Zira böyle bir durumda anılan düzenlemenin ikinci ve üçüncü fıkralarındaki suçun kasten yaralama suçuna tepki olarak veya hakaret suçunun karşılıklı olarak işlenmesine ilişkin düzenlemelerin uygulanma imkânı doğacaktır. Diğer taraftan haksız fiile karşı hakaretin nedensellik bağı içerisinde işlenmiş olması gerekir. Genel haksız tahrik hükümlerinde olduğu gibi burada da haksız fiilin mutlaka faile yönelmiş olması gerekmemekte, ancak tepki mutlaka haksız fiili yapana yönelmelidir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın, katılana ait iş yerinde bir dönem şoför olarak çalıştığı, ancak iş yerinde meydana gelen akaryakıt hırsızlığı eylemine katıldığı iddiasıyla işten çıkarıldığı, çalıştığı döneme ait bazı işçilik alacağının ödenmediği ve işe girmeden önce kendisine imzalatılan boş senedin iade edilmediğini ileri sürerek katılanı kendisine ait cep telefonu hattından aradığı, konuşma sırasında kendisine küfür ve tehdit edildiğini belirten katılanın ise telefonu sanığın yüzüne kapattığı, telefonun kapatılmasına öfkelenen sanığın aynı gün içerisinde saat 19.31 ile 21.17 arasında yirmi yedi kez katılanı aradığı, ancak katılanın bu aramalara cevap vermediği, sanığın ayrıca katılana saat 19.40 ile 20.18 arasında beş adet mesaj gönderdiği, bu mesajlardan saat 19.43 ile 20.16’da gönderilenlerin sırasıyla “Aç seridsif” ve “Bak seni sikçek a5” şeklinde olduğunun anlaşıldığı olayda;
Her ne kadar katılanın, sanığa işçi-işveren ilişkisinden doğan veya işe başlarken teminat olarak alındığı iddia edilen senetle alakalı bazı hak ve alacaklarını ödememesinin haksız tahrik oluşturabileceği düşünülebilir ise de ödeme gücü bulunduğu hâlde sırf kendi menfaati yahut alacaklıyı zor durumda bırakmak ya da zarara sokmak için borcun keyfi biçimde ödenmemesi, alacaklıdan mal kaçırılması, gerçeğe aykırı beyan veya vaadlerde bulunulması, borcun istenmesi sırasında alaya alma gibi davranışların haksız tahriki oluşturan bir fiil olarak kabulünün mümkün olduğu, taraflar arasında alacağın kaynağına ve işten çıkarmaya dair hukuki ihtilaf bulunduğu gözetildiğinde salt bu borcun ödenmemesinin hakaret suçunda özel haksız tahrik hükümlerinin uygulanmasını gerektiren bir haksız fiil olarak kabulünün mümkün olmadığı, bunun yanı sıra iki kişinin karşılıklı konuşması esnasında taraflardan birinin diğeriyle konuşmak istememesi üzerine telefonu kapatmasının da haksız tahrik oluşturan bir fiil olarak kabulünün mümkün olmadığı anlaşıldığından, TCK’nın 129. maddesinin ilk fıkrasındaki özel haksız tahrik hükümlerinin uygulanma koşullarının oluşmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün isabetli olmadığına karar verilmelidir.
2- Özel haksız tahrik hükümlerinin uygulanma koşullarının oluşmadığı sonucuna ulaşılması hâlinde CMK’nın 253 ve 254. maddeleri uyarınca öncelikle uzlaştırma hükümlerinin tatbikinin gerekip gerekmediği;
Uzlaştırma kurumu, uyuşmazlığın yargı dışı yolla ve fakat adli makamlar denetiminde çözümlenmesini amaçlayan bir alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemidir. Uzlaştırma; bu kapsama giren suçlarda, fail ve mağdurun suçtan doğan zararın giderilmesi konusunda anlaşmalarına bağlı olarak, devletin de ceza soruşturması veya kovuşturmasından vazgeçmesi ve suçun işlenmesiyle bozulan toplumsal düzenin barış yoluyla yeniden tesisini sağlayıcı nitelikte bir hukuksal kurumdur.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nın 73. maddesinin sekizinci fıkrasında, “Suçtan zarar göreni gerçek kişi veya özel hukuk tüzel kişisi olup, soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı bulunan suçlarda, failin suçu kabullenmesi ve doğmuş olan zararın tümünü veya büyük bir kısmını ödemesi veya gidermesi koşuluyla mağdur ile fail özgür iradeleri ile uzlaştıklarında ve bu husus Cumhuriyet savcısı veya hâkim tarafından saptandığında kamu davası açılmaz veya davanın düşürülmesine karar verilir.” hükmü ile uzlaşma kurumuna, aynı tarihte yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın 253, 254 ve 255. maddelerinde ise uzlaşmanın şartları, yöntemi, sonuçları, kovuşturma aşamasında uzlaşma ile birden fazla failin bulunması hâlinde uzlaşmanın nasıl gerçekleşeceğine ilişkin hükümlere yer verilmiştir.
19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun’un ikinci maddesiyle, 5237 sayılı TCK’nın 73. maddesinin başlığında yer alan “Uzlaşma” ibaresi metinden çıkarılmış, 45. maddesiyle de aynı maddenin sekizinci fıkrası yürürlükten kaldırılmış, yine 24 ve 25. maddeleri ile CMK’nın 253 ve 254. maddeleri değiştirilmiştir. Yapılan bu düzenlemeye göre uzlaştırmanın bir ceza muhakemesi kurumu olduğu açık ise de birey ile devlet arasındaki ceza ilişkisini sona erdirmesi nedeniyle maddi ceza hukukunu da ilgilendirdiği tartışmasızdır.
5271 sayılı CMK’nın 5560 sayılı Kanun’un 24. maddesi ile değiştirilen 253. maddesinde uzlaşmanın kapsamı;
“(1) Aşağıdaki suçlarda, şüpheli ile mağdur veya suçtan zarar gören gerçek veya özel hukuk tüzel kişisinin uzlaştırılması girişiminde bulunulur:
- a) Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı suçlar.
- b) Şikâyete bağlı olup olmadığına bakılmaksızın, Türk Ceza Kanununda yer alan;
- Kasten yaralama (üçüncü fıkra hariç, madde 86; madde 88),
- Taksirle yaralama (madde 89),
- Konut dokunulmazlığının ihlali (madde 116),
- Çocuğun kaçırılması ve alıkonulması (madde 234),
- Ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgelerin açıklanması (dördüncü fıkra hariç, madde 239),
suçları.
(2) Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olanlar hariç olmak üzere; diğer kanunlarda yer alan suçlarla ilgili olarak uzlaştırma yoluna gidilebilmesi için, kanunda açık hüküm bulunması gerekir.
(3) Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olsa bile, etkin pişmanlık hükümlerine yer verilen suçlar ile cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda, uzlaştırma yoluna gidilemez.” şeklinde belirlenmiş iken, 09.07.2009 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5918 sayılı Kanunun sekizinci maddesiyle CMK’nun 253. maddesinin üçüncü fıkrasına “Uzlaştırma kapsamına giren bir suçun, bu kapsama girmeyen bir başka suçla birlikte işlenmiş olması hâlinde de uzlaşma hükümleri uygulanmaz.” cümlesi eklenmiş,
02.12.2016 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesi ile yapılan değişiklikle madde başlığı “Uzlaştırma” olarak değiştirilmiş ve;
“(1) Aşağıdaki suçlarda, şüpheli ile mağdur veya suçtan zarar gören gerçek veya özel hukuk tüzel kişisinin uzlaştırılması girişiminde bulunulur:
- a) Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı suçlar.
- b) Şikâyete bağlı olup olmadığına bakılmaksızın, Türk Ceza Kanunu’nda yer alan;
- Kasten yaralama (üçüncü fıkra hariç, madde 86; madde 88),
- Taksirle yaralama (madde 89),
- Tehdit (madde 106, birinci fıkra),
- Konut dokunulmazlığının ihlali (madde 116),
- Hırsızlık (madde 141),
- Dolandırıcılık (madde 157),
- Çocuğun kaçırılması ve alıkonulması (madde 234),
- Ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgelerin açıklanması (dördüncü fıkra hariç, madde 239),
suçları.
- c) Mağdurun veya suçtan zarar görenin gerçek veya özel hukuk tüzel kişisi olması koşuluyla, suça sürüklenen çocuklar bakımından ayrıca, üst sınırı üç yılı geçmeyen hapis veya adli para cezasını gerektiren suçlar.
(2) Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olanlar hariç olmak üzere; diğer kanunlarda yer alan suçlarla ilgili olarak uzlaştırma yoluna gidilebilmesi için, kanunda açık hüküm bulunması gerekir.
(3) Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olsa bile, cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda, uzlaştırma yoluna gidilemez. Uzlaştırma kapsamına giren bir suçun, bu kapsama girmeyen bir başka suçla birlikte işlenmiş olması hâlinde de uzlaşma hükümleri uygulanmaz…” şeklinde maddenin kapsamı genişletilmiştir.
Görüldüğü gibi, 6763 sayılı Kanun ile uzlaştırma kapsamındaki suçların sayıları artırılmış, TCK’nın 106. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen tehdit, aynı Kanun’un 141. maddesinde düzenlenen hırsızlık ve 157. maddesinde düzenlenen dolandırıcılık suçları uzlaştırma kapsamına alınmış, etkin pişmanlık hükümlerine yer verilen suçlara ilişkin sınırlama kaldırılmıştır. Mağdurun veya suçtan zarar görenin gerçek veya özel hukuk tüzel kişisi olması koşuluyla, suça sürüklenen çocuklar yönünden ayrıca, üst sınırı üç yılı geçmeyen hapis veya adli para cezasını gerektiren suçlar da uzlaştırma kapsamına dahil edilmiştir.
Diğer taraftan düzenlemenin dördüncü fıkrası; “Soruşturma konusu suçun uzlaşmaya tâbi olması halinde, Cumhuriyet savcısı veya talimatı üzerine adlî kolluk görevlisi, şüpheli ile mağdur veya suçtan zarar görene uzlaşma teklifinde bulunur. Şüphelinin, mağdurun veya suçtan zarar görenin reşit olmaması halinde uzlaşma teklifi kanunî temsilcilerine yapılır. Cumhuriyet savcısı uzlaşma teklifini açıklamalı tebligat veya istinabe yoluyla da yapabilir. Şüpheli, mağdur veya suçtan zarar gören, kendisine uzlaşma teklifinde bulunulduktan itibaren üç gün içinde kararını bildirmediği takdirde, teklifi reddetmiş sayılır.” şeklinde iken, 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesiyle bu fıkrada yer alan “hâlinde, Cumhuriyet savcısı veya talimatı üzerine adlî kolluk görevlisi” ibaresi “ve kamu davası açılması için yeterli şüphenin bulunması hâlinde, dosya uzlaştırma bürosuna gönderilir. Büro tarafından görevlendirilen uzlaştırmacı” şeklinde ve “Cumhuriyet savcısı” ibaresi “Uzlaştırmacı,” şeklinde değiştirilmiştir.
Düzenlemenin beşinci fıkrası ise; “Uzlaşma teklifinde bulunulması halinde, kişiye uzlaşmanın mahiyeti ve uzlaşmayı kabul veya reddetmesinin hukukî sonuçları anlatılır.” hükmünü içermektedir.
Öte yandan 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren CMK’nın “Mahkeme tarafından uzlaştırma” başlıklı 254. maddesi;
“(1) Kamu davasının açılması halinde, uzlaşmaya tâbi bir suç söz konusu ise, uzlaştırma işlemleri 253 üncü maddede belirtilen usule göre, mahkeme tarafından da yapılır.
(2) Uzlaşmanın gerçekleşmesi halinde davanın düşmesine karar verilir.” şeklinde iken,
19.12.2006 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun’un 25. maddesi ile;
“(1) Kamu davası açıldıktan sonra kovuşturma konusu suçun uzlaşma kapsamında olduğunun anlaşılması halinde, uzlaştırma işlemleri 253 üncü maddede belirtilen esas ve usûle göre, mahkeme tarafından yapılır.
(2) Uzlaşma gerçekleştiği takdirde, mahkeme, uzlaşma sonucunda sanığın edimini def’aten yerine getirmesi halinde, davanın düşmesine karar verir. Edimin yerine getirilmesinin ileri tarihe bırakılması, takside bağlanması veya süreklilik arzetmesi halinde; sanık hakkında, 231 inci maddedeki şartlar aranmaksızın, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilir. Geri bırakma süresince zamanaşımı işlemez. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildikten sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmemesi halinde, mahkeme tarafından, 231 inci maddenin onbirinci fıkrasındaki şartlar aranmaksızın, hüküm açıklanır.” biçiminde yeniden düzenlenmiş,
02.12.2016 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 35. maddesi ile CMK’nın 254. maddesinin birinci fıkrası;
“Kamu davası açıldıktan sonra kovuşturma konusu suçun uzlaşma kapsamında olduğunun anlaşılması halinde, kovuşturma dosyası, uzlaştırma işlemlerinin 253 üncü maddede belirtilen esas ve usûle göre yerine getirilmesi için uzlaştırma bürosuna gönderilir.” şeklinde değiştirilmiştir.
Bu düzenlemeler göz önüne alındığında, gerek 5560 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikten önce, gerekse 5560 ve 6763 sayılı Kanunlarla yapılan değişiklikler sonrası uzlaştırma asıl olarak soruşturma evresinde yapılması gereken bir işlem ise de her ne suretle olursa olsun uzlaştırma usulü uygulanmaksızın dava açılması veya suçun uzlaştırma kapsamında olduğunun ilk defa duruşmada anlaşılması hâlinde kovuşturma aşamasında da mümkün olduğu kabul edilmelidir.
Uzlaştırma usulü uygulanmaksızın dava açılması veya suçun uzlaştırma kapsamında olduğunun ilk defa duruşmada anlaşılması hâlinde uzlaştırmanın uygulanması gerekmekte olup uzlaşma başarıyla gerçekleşir ve edim bir defada yerine getirilirse kamu davasının düşmesine karar verilecektir.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Katılanın Cumhuriyet Başsavcılığına sunduğu 28.05.2012 tarihli dilekçesi ile sanığın cep telefonunu defalarca arayarak kendisine hakaret ve tehditlerde bulunduğu iddiasıyla şikâyetçi olduğu ve uzlaşma talebinin bulunmadığını bildirdiği, yapılan soruşturma sonucu sanık hakkında TCK’nın 125/2, 123, 106/1 ve 53. maddeleri uyarınca dava açıldığı, Yerel Mahkemece yapılan yargılama sonucunda sanığın kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçundan beraatine, hakaret suçundan hakkında ceza verilmesine yer olmadığına ve tehdit suçunun ise TCK’nın 106. maddesinin ilk fıkrasının ikinci cümlesi kapsamında sair tehdit suçunu oluşturduğu kabul edilerek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, bu hükümlere karşı kanun yollarına başvurulmasının ardından, kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçu ile tehdit suçundan verilen hükümlerin kesinleştiği, hakaret suçundan verilen kararın ise özel haksız tahrik hükümlerinin uygulanma koşulunun bulunmadığı gerekçesiyle Özel Dairece bozulmasına karar verildiği, aşamalarda taraflara usulünce herhangi bir uzlaştırma teklifinde bulunulmadığının anlaşıldığı dosya kapsamına göre;
Her ne kadar katılan şikâyet dilekçesinde uzlaşma talebinin bulunmadığını bildirmiş ise de sanığın üzerine atılı ve birlikte işlediği suçların tamamının uzlaştırma kapsamında kalması ve ne soruşturma ne de kovuşturma aşamasında sanığa ya da katılana uzlaşmanın mahiyetinin, uzlaşmayı kabul veya reddetmenin hukuki sonuçları anlatılmayıp Kanun’un öngördüğü şekilde yöntemince uzlaştırma teklifinde bulunulmadığının anlaşılması karşısında, sanığın sabit olan hakaret suçunda öncelikle CMK’nın 253 ve 254. maddelerine uygun olarak usulünce uzlaştırma işlemlerinin yerine getirilmesinin gerektiği kabul edilmelidir.
Sonuç olarak, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün, sanığın sabit olan hakaret eyleminde TCK’nın 129. maddesinin ilk fıkrasındaki özel haksız tahrik hükümlerinin uygulanma koşullarının oluşmaması nedeniyle sanık hakkında ceza verilmesine yer olmadığına hükmedilemeyeceğinden öncelikle uzlaşma işlemlerinin yerine getirilmesi isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Karşıyaka 7. Asliye Ceza Mahkemesinin 01.04.2016 tarihli ve 559-202 sayılı direnme kararına konu hükmünün, sanığın sabit olan hakaret eyleminde TCK’nın 129. maddesinin ilk fıkrasındaki özel haksız tahrik hükümlerinin uygulanma koşullarının oluşmaması ve öncelikle uzlaşma işlemlerinin yerine getirilmesi isabetsizliklerinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 11.02.2020 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi. Ceza Genel Kurulu 2017/868 E. , 2020/87 K.