ADİ ORTAKLIKTA ORTAKLAR ARASINDA TASFİYE KONUSUNDA ANLAŞMA SAĞLANAMAMIŞSA BU DURUMDA HER ORTAĞIN MAHKEMEYE BAŞVURARAK TASFİYE TALEBİNDE BULUNABİLECEĞİ
- Adi ortaklıkta ortaklar arasında tasfiye konusunda anlaşma sağlanamamışsa, bu durumda her ortağın mahkemeye başvurarak tasfiye talebinde bulunabileceği
Taraflar arasında ilk derece mahkemesinde görülen alacak davasının reddine dair verilen karar hakkında bölge adliye mahkemesi tarafından yapılan istinaf incelemesi sonucunda; davacılar vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine yönelik olarak verilen kararın, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacılar vekili, davalılar murisinin davacı …’nin oğlu ve diğer davacı …’in kardeşi olduğunu, davacılar ile davalılar murisinin aileleriyle birlikte aynı evde birarada yaşadıklarını, birlikte çalışıp kazançlarının ortak olduğunu, davalılar murisi … adına kayıtlı olan …plaka sayılı aracın davacılar ve davalılar murisi tarafından ortaklaşa alındığını ancak aracın çalıştırılacağı hattın davalılar murisi adına kayıtlı olduğu için aracın da onun adına tescil ettirildiğini, keza söz konusu araç hattının da aynı şekilde ortaklaşa alındığını, yine … plaka sayılı aracın da aynı şekilde ortaklaşa alınmasına rağmen davalılar murisinin adına tescil ettirildiğini ileri sürerek, hattın ve her iki aracın davalılar murisi adına olan kayıtlarının iptali ile payları oranında davacılar adına tescilini, tescil mümkün olmazsa her birinin payına düşen miktarın tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalılar vekili, müvekkillerinin murisinin ölümü üzerine dava konusu araçlara davacılar tarafından el konulup onlar tarafından kullandığını ve elde edilen gelirden de kendilerine hiçbir pay verilmediğini savunarak davanın reddini talep etmiştir.
İlk derece mahkemesince her iki araç ve minibüs hattının resmi olarak davalılar mirasbırakanı adına kayıtlı olup dinlenen tanık anlatımlarında; davacı tanıkları davacılarla davalılar mirasbırakanı …’in birlikte çalıştıklarını, kazançlarının ortak olduğunu beyan etmişlerse de kazancın ortak olmasının bu malların da ortak edinildiğinin kabulüne yeterli olmadığı, zira bu şekilde davacıların da başka mallar edinmiş olabilecekleri, davacı yanın araçlarda ve minübüs hattında kendilerinin de pay sahibi olduklarına ilişkin kesin ve inandırıcı kanıtlar getirmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafça istinaf edilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesince, mahkemece taraf delillerinin usulüne uygun olarak toplandığı ve değerlendirildiği, dava konusu araçlara ait tescil kaydının davalılar murisi … ‘ye ait olduğu, davacı tanıklarının davacının iddialarını, davalı tanıklarının ise davalının iddialarını desteklediği, sonuç itibariyle davacının taraflar arasındaki adi ortaklığın varlığını ispat edemediği, mahkemenin davacının davasının reddine ilişkin kararının ve gerekçelerinin usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle davacıların istinaf talebinin reddine karar verilmiş, karar davacı tarafça temyiz edilmiştir.
1-Taraflar arasındaki uyuşmazlık 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 620 ve devamı maddelerinde (818 sayılı Borçlar Kanununun 520 vd. md.) düzenlenen adi ortaklıktan kaynaklanmaktadır.
Adi ortaklık sözleşmesi, iki ya da daha fazla kişinin emeklerini ve mallarını ortak bir amaca erişmek üzere birleştirmeyi üstlendikleri sözleşmedir. ( TBK. 620/1 md. )
Türk Borçlar Kanunu’nun adi şirkete ilişkin 620 ve onu izleyen maddeleri gereğince, adi ortaklığın kurulabilmesi için, yazılı şekil gerekli olmayıp, sözlü olarak da yapılabilir.
Adi ortaklık, ortakların anlaşması durumunda, onların kendi aralarında tasfiye edilebilir. Şayet ortaklar arasında tasfiye konusunda anlaşma sağlanamamışsa, bu durumda her ortağın mahkemeye başvurarak tasfiye talebinde bulunabileceğini kabul etmek gerekir. Bu başvuru açıkça ortaklığın tasfiyesini istemek şeklinde olabileceği gibi, tasfiyeyi ifade eden başkaca talepler de tasfiye yapılması için yeterlidir. Örneğin; ortaklığın feshi istemi veya ortaklığa getirilen sermayenin iadesinin talep edilmesi, ortaklığın tasfiyesini isteme anlamına gelir.
Somut olayda; davacılar ile davalılar murisi arasında yakın akrabalık ilişkisi (baba/oğul/kardeş)olduğu sabittir. Davacılar, davalılar murisi ile birlikte çalışıp kazançlarının ortak olduğunu, davalılar murisi adına kayıtlı olan 2 adet aracın ve yolcu taşımacılığında kullanılan araca ait hattın ortaklaşa alındığını ancak aracın çalışacağı hat davalılar murisi adına kayıtlı olduğu için araçların da onun adına tescil ettirildiğini, davalılar murisinin vefatı üzerine, araç hattı ile her iki aracın davalılar murisi adına olan kayıtlarının iptali ile payları oranında adlarına tescilini, tescil mümkün olmazsa her birinin paylarına düşen miktarın tahsilini talep ve dava etmiş, davalılar ise, davacılar ile murisleri arasında davacıların iddia ettiği gibi bir ortaklık ilişkisi olmadığını, dava konusu araçları ve araç hattını murislerinin kendi kazancıyla elde ettiğini, kaldı ki davacıların söz konusu araçlara fiilen el koyup çalıştırdıkları halde elde ettikleri kazançtan kendilerine hiçbir pay vermediklerini savunarak davanın reddini istemişlerdir.
Her ne kadar taraflar arasındaki adi ortaklığa ilişkin yazılı bir sözleşme mevcut değilse de, ortaklığın kurulabilmesi için yazılı şekil gerekli olmayıp, bu husus ispat koşulu bakımından değerlendirilmelidir. Bu durumda davacılar, oğlu/kardeşi olan davalılar murisi ile, dava konusu araçlar ve araç hattı üzerindeki, kayden olmasa da iç ortaklık tarzındaki adi ortaklık ilişkilerini yakın akrabalık ilişkisi nedeniyle tanık dahil her türlü delille kanıtlama hakkına sahiptirler. Somut olayda; davacılar, davalarını ve dolayısıyla davalı ile adi ortaklık oluşturduklarına dair iddialarını, taraflarla akrabalık ilişkisi bulunmayan tarafsız tanık beyanları ile ispatlamış olup, dava konusu araçların ve araç hattının davalılar murisi adına tescil edilmiş olması, davalılar murisinin söz konusu ortaklıkta yönetici ortak olduğuna delalet etmektedir. Dış ilişkide davacıların gizli ortak olarak yer aldıkları söz konusu ortaklıkta, davalılar murisi yönetici ortağın ölümü ile Türk Borçlar Kanunu 639/2 gereğince
taraflar arasındaki adi ortaklık ilişkisinin sona erdiği açık olup, eldeki davada davacıların taleplerinin taraflar arasındaki adi ortaklık ilişkisinin fesih ve tasfiyesi istemine ilişkin olduğu anlaşılmakla, ortaklığın fesih ve tasfiyesinin mahkemece yapılması gerekmektedir.
Tasfiye, ortaklığın bütün malvarlığının belirlenip, ortakların birbirleriyle alacak verecek ve ortaklıktan doğan tüm ilişkilerinin kesilmesi yoluyla ortaklığın sonlandırılması, malların paylaşılması ya da satış yoluyla elden çıkarılmasıdır.
Tasfiye usulünü düzenleyen TBK’nın 644.maddesi gereğince; ortaklığın sona ermesi hâlinde tasfiye, yönetici olmayan ortaklar da dâhil olmak üzere, bütün ortakların elbirliğiyle yapılır. Ancak, ortaklık sözleşmesinde, ortaklardan biri tarafından kendi adına ve ortaklık hesabına belirli bazı işlemlerin yapılması öngörülmüşse, bu ortak, ortaklığın sona ermesinden sonra da o işlemleri tek başına yapmak ve diğerlerine hesap vermekle yükümlüdür.
Ortaklar, tasfiye işlerini yürütmek üzere tasfiye görevlisi atayabilirler. Bu konuda anlaşamamaları hâlinde, ortaklardan her biri, tasfiye görevlisinin hâkim tarafından atanması isteminde bulunabilir.
Tasfiye görevlisine ödenecek ücret, sözleşmede buna ilişkin bir hüküm veya ortaklarca oy birliğiyle verilmiş bir karar yoksa tasfiyenin gerektirdiği emek ile ortaklık malvarlığının geliri göz önünde tutularak hâkim tarafından belirlenir ve ortaklık malvarlığından, buna imkân bulunamazsa, ortaklardan müteselsilen karşılanır. Tasfiye usulüne veya tasfiye sonucunda her bir ortağa dağıtılacak paya ilişkin olarak doğabilecek uyuşmazlıklar, ilgililerin istemi üzerine hâkim tarafından çözüme bağlanır.
Aynı yasanın kazanç ve zararın paylaşımı başlıklı 643. maddesi gereğince; ortaklığın borçları ödendikten, ortaklardan her birinin ortaklığa verdiği avanslarla, ortaklık için yaptığı giderler ve koymuş olduğu katılım payı geri verildikten sonra bir şey artarsa, bu kazancın ortaklar arasında paylaştırılır. Ortaklığın, borçlar, giderler ve avanslar ödendikten sonra kalan varlığı, ortakların koydukları katılım paylarının geri verilmesine yetmezse, zarar ortaklar arasında paylaşılır.
Katılım payı olarak bir şeyin mülkiyetini koyan ortak, ortaklığın sona ermesi üzerine yapılacak tasfiye sonucunda, o şeyi olduğu gibi geri alamaz; ancak koyduğu katılım payına ne değer biçilmişse, o değeri isteyebilir. Bu değer belirlenmemişse, geri alma, o şeyin katılım payı olarak konduğu zamandaki değeri üzerinden yapılır.( TBK’ nun 642. md.)
Sözleşmede aksi kararlaştırılmamışsa, her ortağın kazanç ve zarardaki payı, katılım payının değerine ve niteliğine bakılmaksızın eşittir. Sözleşmede ortakların kazanç veya zarara katılım paylarından biri belirlenmişse bu belirleme, diğerindeki payı da ifade eder. Bir ortağın zarara katılmaksızın yalnız kazanca katılacağına ilişkin anlaşma, ancak katılma payı olarak yalnızca emeğini koymuş olan ortak için geçerlidir.
Hal böyle olunca mahkemece; ortakların anlaşarak tasfiye memuru belirlemelerini istemek; bu konuda anlaşamamaları halinde tasfiye işlemini gerçekleştirecek, ortaklığın faaliyet alanına göre konusunda uzman bir kişiyi tasfiye memuru olarak resen atamak olmalıdır.
Bundan sonra ise, tasfiye işlemleri; hakim tarafından öngörülecek üçer aylık (uyuşmazlığın mahiyetine göre süreler uzatılıp kısaltılabilir) dönemlerde tasfiye memuru tarafından 3 aşamada gerçekleştirilmelidir.
Birinci aşamada; ortaklığın sona erdiği tarih itibariyle ortaklığın tüm malvarlığı (aktif ve pasifi ile birlikte) belirlenmeli, yönetici ve idareci ortaktan ortaklık hesabını gösterir hesap istenmeli, verilen hesapta uyuşmazlık çıktığı takdirde, taraflardan delilleri sorularak toplanmalı, tasfiye memurunun belirlediği malvarlığı bilançosu taraflara tebliğ edilmeli, bu husustaki itirazları da karşılanıp, toplanacak delillere göre değerlendirilmelidir.
İkinci aşamada; ortaklığın malvarlığına ilişkin satış ve nakde çevirme işlemi (TMK’nın 634. vd. maddelerinde düzenlenen resmi tasfiye işlemi kıyasen uygulanmak suretiyle) gerçekleştirilmeli, şayet bu mallar mevcut değilse değerleri bilirkişi marifetiyle saptanmalıdır.
Üçüncü ve son aşamada ise; yukarıdaki işlemler sonucu oluşan değerden, öncelikle ortaklığın borçları ödenmeli ve ortaklardan her birinin, ortaklığa verdiği avanslar ile ortaklık için yaptığı giderler ve katılım payı geri verilmeli, bundan sonra bir şey artarsa, bu kazanç veya (ortaklığın, borçlar, giderler ve avanslar ödendikten sonra kalan varlığı, ortakların koydukları katılım paylarının geri verilmesine yetmezse) zarar da belirlenerek ortaklara paylaştırılmak üzere son bilanço düzenlenmelidir.
Bu aşamalardan sonra ise; tasfiye memurunun yaptığı tasfiye işleminin sonuç bilançosuna göre hakim, (HMK’nun 297.maddesi uyarınca) tarafların hak ve yükümlülüklerini saptayıp, tasfiye işlemini sonlandırmalı ve bu doğrultuda hüküm oluşturmalıdır.
O halde ilk derece mahkemesince; bütün bu açıklamalar ışığında, uyuşmazlığın; yukarıda açıklanan maddeler halinde belirtilen sıra ve yöntem izlenerek çözüme kavuşturulması suretiyle, hasıl olacak sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken; bu şekilde bir inceleme ve değerlendirme yapılmaksızın, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
2-) Bozma nedenine göre, davacılar vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK’nın 373/1 maddesi uyarınca temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararının KALDIRILMASINA, aynı Kanunun 371. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının davacı yararına BOZULMASINA, ikinci bentte açıklanan nedenle davacılar vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada yer olmadığına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, dosyanın ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de bölge adliye mahkemesine gönderilmesine, kesin olmak üzere 14/09/2020 tarihinde oybirliği ile karar verildi. Yargıtay Kararı – 3. HD., E. 2020/2560 K. 2020/4057 T. 14.9.2020