ADİ ORTAKLIĞIN FESİH VE TASFİYESİ
- Adi ortaklık sözleşmesi
- Adi ortaklığın feshi
- Kat karşılığı inşaat yapım sözleşmesi
- Ortaklığın sona ermesi
- Tasfiye payı
Davacı; davalı şirket ile aralarında 05/02/2011 tarihli kat karşılığı inşaat sözleşmesi düzenlendiğini, sözleşme uyarınca, mülkiyeti kendisine ait arsa üzerine davalı şirket tarafından üç adet daire inşa edileceğinin ve bu dairelerden birinin kendisine ait olacağının kararlaştırıldığını; davalı şirket temsilcisi K4’nın aynı zamanda arkadaşı olduğunu, bahse konu kişinin, kendisine ait olacağı kararlaştırılan daireye müşteri çıktığından bahisle daireyi 195.000,00 TL bedelle satıp, satış bedelinin sermaye olarak konulması suretiyle davalı şirket ile ortak işler yapmayı kendisine teklif ettiğini, teklifi kabul ettiğini; aynı zamanda, sözleşmeye konu inşaatın sıhhi tesisat işlerinin de kendisi tarafından 5.000,00 TL bedel karşılığında yapıldığını; sonuç olarak, toplam 200.000,00 TL lik bir sermaye ile davalı şirkete ortak olduğunu; bu süreçten sonra davalı yüklenici şirketin kat karşılığı inşaat sözleşmeleri imzaladığını, yapmış olduğu inşaatlardan kar elde ettiğini,şirkete koymuş olduğu sermayenin 422.000,00 TL ye ulaştığını, ancak kendisine herhangi bir ödeme yapılmadığını, bu hususta davalı şirket temsilcisi ile aralarında huzursuzluk çıktığını, tehdit suçlamasıyla hakkında savcılığa şikayette bulunulduğunu, gerek davalı şirket temsilcisi
K4, gerekse davalı şirket ortağı K5’nın karakol ifadelerinde, adi ortaklık ilişkisini kabul ettiklerini; davalı şirket ortak ve temsilcilerinin kendisine kar payı değil, sadece koymuş olduğu sermaye bedelini ödemeyi kabul ettiklerini; bu sebeple, sermaye ve kar payı alacağının tahsili amacıyla davalı şirket aleyhine icra takibi başlatıldığını, davalının itirazı üzerine takibin durduğunu ileri sürerek; davalı şirket ile aralarında mevcut olan adi ortaklığın feshi ve tasfiyesi ile fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, sermaye ve kar payı alacağına yönelik başlatılan icra takibine vaki itirazın şimdilik 200.000,00 TL’ lik kısmı açısından iptali ile, takibin devamına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı; mahkemenin görevsiz olduğunu, davalı şirkete husumet yöneltilemeyeceğini, davacının iddialarının gerçeği yansıtmadığını, davacı ile aralarında adi ortaklık ilişkisinin bulunmadığını, davacının çelişkili beyanlarda bulunduğunu; kabul anlamına gelmemekle birlikte, davacının tasfiye payını talep edebilmesi için öncelikle ortaklığın sona ermesi gerektiğini savunarak; ispat edilemeyen, hukuki mesnetten yoksun davanın reddini istemiştir.
İlk derece mahkemesince; görevsizlik kararı verilmiş, görevsizlik kararının kesinleşmesi üzerine; davanın yargılaması Eskişehir 2. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından yürütülmüş, yargılama sırasında alınan bilirkişi raporu doğrultusunda; taraflar arasında yazılı adi ortaklık sözleşmesi yapılmamış ise de, davalı şirket yetkililerinin savcılık ifadelerinde, taraflar arasında ortak inşaat yapımı amacıyla adi ortaklık ilişkisinin kurulduğunun kabul edildiği, ortaklık kapsamında davacının 181.797,59 TL alacağının bulunduğu gerekçesiyle; davanın kısmen kabulüne, davalının Eskişehir 4. İcra Müdürlüğü’nün 2015/8638 E. Sayılı icra takibine vaki itirazının kısmen iptali ile takibin 181.797,59 Tl asıl alacak üzerinden devamına, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir.
İlk derece mahkemesinin kararına karşı taraf vekillerince istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
Bölge adliye mahkemesince; taraf vekillerinin istinaf başvurularının HMK’nın 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiş; hüküm, süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
1-) Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı bilgi ve belgelere, özellikle temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararında yazılı gerekçelere göre, davalı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2-)Adi ortaklık sözleşmesi, iki ya da daha fazla kişinin emeklerini ve mallarını ortak bir amaca erişmek üzere birleştirmeyi üstlendikleri sözleşmedir. ( TBK. 620/1 md. )
Türk Borçlar Kanunu’nun adi şirkete ilişkin 620 ve onu izleyen maddeleri gereğince, adi ortaklığın kurulabilmesi için, yazılı şekil gerekli olmayıp, sözlü olarak da yapılabilir.
Adi ortaklık, ortakların anlaşması durumunda, onların kendi aralarında tasfiye edilebilir. Şayet ortaklar arasında tasfiye konusunda anlaşma sağlanamamışsa, bu durumda her ortağın mahkemeye başvurarak tasfiye talebinde bulunabileceğini kabul etmek gerekir. Bu başvuru açıkça ortaklığın tasfiyesini istemek şeklinde olabileceği gibi, tasfiyeyi ifade eden başkaca talepler de tasfiye yapılması için yeterlidir. Örneğin; ortaklığın feshi istemi veya ortaklığa getirilen sermayenin iadesinin talep edilmesi, ortaklığın tasfiyesini isteme anlamına gelir.
Somut olayda; tüm dosya kapsamı ve tarafların delil olarak dayandıkları ilgili savcılık dosyası bir bütün olarak değerlendirildiğinde; taraflar arasında TBK’nın 620. maddesi (BK’nın 520. maddesi ) uyarınca adi ortaklık ilişkisinin “iç ortaklık” şeklinde kurulduğu, ortaklığa ilişkin tüm resmi kayıt ve belgelerin davalı şirket adına düzenlendiği, davacının dış ilişkide gizli ortak olarak yer aldığı anlaşılmaktadır. Davacı ortak iş bu dava ile, açıkça ortaklığın feshi ve tasfiyesine karar verilmesini istemiş, ayrıca ortaklığa koyduğu sermayenin iadesi ile kar payının tahsilini talep etmiştir. Bu durumda mahkemece, adi ortaklığın fesih ve tasfiyesinin bizzat yapılması gerekmektedir.
Adi ortaklık ilişkisi, TBK’nın 639. maddesinde sayılan sona erme sebeplerinden birinin gerçekleşmesi ile sona erer. Bu şekilde ortaklığın sona ermesinin başlıca iki sonucu ortaya çıkar. Bunlardan ilki, yöneticilerin görevlerinin sona ermesi, diğeri de ortaklığın tasfiyesidir.
Tasfiye, ortaklığın bütün malvarlığının belirlenip, ortakların birbirleriyle alacak verecek ve ortaklıktan doğan tüm ilişkilerinin kesilmesi yoluyla ortaklığın sonlandırılması, malların paylaşılması ya da satış yoluyla elden çıkarılmasıdır.
Tasfiye usulünü düzenleyen TBK’nın 644.maddesi gereğince; ortaklığın sona ermesi hâlinde tasfiye, yönetici olmayan ortaklar da dâhil olmak üzere, bütün ortakların elbirliğiyle yapılır. Ancak, ortaklık sözleşmesinde, ortaklardan biri tarafından kendi adına ve ortaklık hesabına belirli bazı işlemlerin yapılması öngörülmüşse, bu ortak, ortaklığın sona ermesinden sonra da o işlemleri tek başına yapmak ve diğerlerine hesap vermekle yükümlüdür.
Ortaklar, tasfiye işlerini yürütmek üzere tasfiye görevlisi atayabilirler. Bu konuda anlaşamamaları hâlinde, ortaklardan her biri, tasfiye görevlisinin hâkim tarafından atanması isteminde bulunabilir.
Tasfiye görevlisine ödenecek ücret, sözleşmede buna ilişkin bir hüküm veya ortaklarca oy birliğiyle verilmiş bir karar yoksa tasfiyenin gerektirdiği emek ile ortaklık malvarlığının geliri göz önünde tutularak hâkim tarafından belirlenir ve ortaklık malvarlığından, buna imkân bulunamazsa, ortaklardan müteselsilen karşılanır. Tasfiye usulüne veya tasfiye sonucunda her bir ortağa dağıtılacak paya ilişkin olarak doğabilecek uyuşmazlıklar, ilgililerin istemi üzerine hâkim tarafından çözüme bağlanır.
Aynı yasanın kazanç ve zararın paylaşımı başlıklı 643. maddesi gereğince; ortaklığın borçları ödendikten, ortaklardan her birinin ortaklığa verdiği avanslarla, ortaklık için yaptığı giderler ve koymuş olduğu katılım payı geri verildikten sonra bir şey artarsa, bu kazancın ortaklar arasında paylaştırılır. Ortaklığın, borçlar, giderler ve avanslar ödendikten sonra kalan varlığı, ortakların koydukları katılım paylarının geri verilmesine yetmezse, zarar ortaklar arasında paylaşılır.
Katılım payı olarak bir şeyin mülkiyetini koyan ortak, ortaklığın sona ermesi üzerine yapılacak tasfiye sonucunda, o şeyi olduğu gibi geri alamaz; ancak koyduğu katılım payına ne değer biçilmişse, o değeri isteyebilir. Bu değer belirlenmemişse, geri alma, o şeyin katılım payı olarak konduğu zamandaki değeri üzerinden yapılır.( TBK’ nın 642. md.)
Sözleşmede aksi kararlaştırılmamışsa, her ortağın kazanç ve zarardaki payı, katılım payının değerine ve niteliğine bakılmaksızın eşittir. Sözleşmede ortakların kazanç veya zarara katılım paylarından biri belirlenmişse bu belirleme, diğerindeki payı da ifade eder. Bir ortağın zarara katılmaksızın yalnız kazanca katılacağına ilişkin anlaşma, ancak katılma payı olarak yalnızca emeğini koymuş olan ortak için geçerlidir.
Hal böyle olunca, mahkemece; ortakların anlaşarak tasfiye memuru belirlemelerini istemek; bu konuda anlaşamamaları halinde tasfiye işlemini gerçekleştirecek, ortaklığın faaliyet alanına göre konusunda uzman bir kişiyi tasfiye memuru olarak resen atamak olmalıdır.
Bundan sonra ise, tasfiye işlemleri; hakim tarafından öngörülecek üçer aylık (uyuşmazlığın mahiyetine göre süreler uzatılıp kısaltılabilir) dönemlerde tasfiye memuru tarafından 3 aşamada gerçekleştirilmelidir.
Birinci aşamada; ortaklığın sona erdiği tarih itibariyle ortaklığın tüm malvarlığı (aktif ve pasifi ile birlikte) belirlenmeli, yönetici ve idareci ortaktan ortaklık hesabını gösterir hesap istenmeli, verilen hesapta uyuşmazlık çıktığı takdirde, taraflardan delilleri sorularak toplanmalı, tasfiye memurunun belirlediği malvarlığı bilançosu taraflara tebliğ edilmeli, bu husustaki itirazları da karşılanıp, toplanacak delillere göre değerlendirilmelidir.
İkinci aşamada; ortaklığın malvarlığına ilişkin satış ve nakde çevirme işlemi (TMK’nın 634. vd. maddelerinde düzenlenen resmi tasfiye işlemi kıyasen uygulanmak suretiyle) gerçekleştirilmeli, şayet bu mallar mevcut değilse değerleri bilirkişi marifetiyle saptanmalıdır.
Üçüncü ve son aşamada ise; yukarıdaki işlemler sonucu oluşan değerden, öncelikle ortaklığın borçları ödenmeli ve ortaklardan her birinin, ortaklığa verdiği avanslar ile ortaklık için yaptığı giderler ve katılım payı geri verilmeli, bundan sonra bir şey artarsa, bu kazanç veya (ortaklığın, borçlar, giderler ve avanslar ödendikten sonra kalan varlığı, ortakların koydukları katılım paylarının geri verilmesine yetmezse) zarar da belirlenerek ortaklara paylaştırılmak üzere son bilanço düzenlenmelidir.
Bu aşamalardan sonra ise; tasfiye memurunun yaptığı tasfiye işleminin sonuç bilançosuna göre hakim, (HMK’nun 297.maddesi uyarınca) tarafların hak ve yükümlülüklerini saptayıp, tasfiye işlemini sonlandırmalı ve bu doğrultuda hüküm oluşturmalıdır.
O halde, ilk derece mahkemesince; bütün bu açıklamalar ışığında, uyuşmazlığın; yukarıda açıklanan maddeler halinde belirtilen sıra ve yöntem izlenerek çözüme kavuşturulması suretiyle, hasıl olacak sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken; bu şekilde bir inceleme ve değerlendirme yapılmaksızın, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
3-) Bozma nedenine göre, davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada gerek görülmemiştir.
İlk derece mahkemesi kararının, yukarıda açıklanan nedenle bozulmasına karar verilmiş olduğundan, HMK’nın 373/1 maddesi uyarınca, iş bu karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin bölge adliye mahkemesi kararının da kaldırılmasına karar verilmiştir.
SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin tüm temyiz itirazlarının REDDİNE, ikinci bentte açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK’nın 373/1 maddesi uyarınca temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararının KALDIRILMASINA, aynı Kanunun 371. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının davacı yararına BOZULMASINA, üçüncü bentte açıklanan nedenle davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada yer olmadığına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, dosyanın ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de bölge adliye mahkemesine gönderilmesine,10.02.2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
Yargıtay Kararı – 3. HD., E. 2019/5558 K. 2020/1034 T. 10.2.2020